Salı, Haziran 20, 2017

Her İddia İspat İster


İddialı olmak günümüzün trendlerinden biri. İddiasız iseniz, rakipleriniz arasında silinip gitmeniz işten bile değil. Sürekli yükselen hedeflere koşmamızı bekleyen bir sistemde farklı olması beklenemez zaten. Sistem kökten değişmediği sürece bu böyle devam edecek. Bir önceki döneme göre cirosunu, kârını artıran; kâr merkezi değilse maliyetini düşüren yaşamaya devam edecek.
Hedef koyup, plan yaparak o hedefe ulaşmak için çaba göstermek iş dünyasının olmazsa olmaz döngülerinden biri. Her hedef bir öncekinden daha yüksek olacağından süreç doğal olarak iddialı olmayı gerektiriyor. Yöneticinizle birlikte koyduğunuz hedefe ulaşamazsanız, iddianızı ispat edememiş olursunuz. Bunun sonucunda başarılı kabul edilmezsiniz ve ödüle layık görülmezsiniz.
Bu yazıda dikkat çekmek istediğim; şu projeyi yapacağım, bu cirolara ulaşacağım, şu KPI'mı şu değere çıkaracağım türü pozitif yönlü ifadelerle ortaya konan iddialardan ziyade, hem özel hem iş hayatımızda çokça karşılaştığımız "Ayşe Hanım'ın yaptığını duydun mu? Ben olsam öyle yapmazdım!" ya da "Ahmet Bey bak ne yapmış. Ben hayatta yapmam!" türü negatif bildirimlerle dışa vurduğumuz iddialar.
İnsanın kendini bir başkasının yerine koyması "onun duygularını anlamak" adına olursa güzeldir. Empati zaten bu demek. Ancak zaman zaman, o kişinin içinde bulunduğu durumu tam kavramadan, çevre koşullarını bilmeden, kararı verenin ya da eylemi gerçekleştirenin psikolojisini anlamadan yargıda bulunuruz. "Bekara karı boşamak kolay" derler ya, işte öyle. Hayatla ilgili herhangi bir bilgiyi edinmek için deneyim gerekir. İstediğimiz kadar o konuda başkalarının yapmış olduklarını görmüş olalım, istediğimiz kadar konu hakkında kitap okumuş olalım, fark etmez. Yaşantısı olanın bilgisi üstündür. Nasrettin Hoca da damdan düştüğünde "Tez bana damdan düşen birini getirin. Hâlimden ancak o anlar!" dememiş miydi?
Felsefede de kadim bilgelik öğretilerinde de bilgi edinme üç aşamada gerçekleşir. Örnek olarak kadim bilgelik öğretilerinden İslam Tasavvufunu ele alalım.
Şimdi hayatında hiç elma görmemiş birini düşünün…
1.   Bu kişi önce elma hakkında ne bulursa okusun. Bu, teorik bilgi edinmesi, konuya ilm-el yakin olması, yani o şeyin ilmine sahip olması demektir.
2.   Ardından elmayı görsün. Bu da gözlem aşamasıdır ve ayn-el yakin olmak, yani göz ile görmesi demektir.
3.   En sonunda da elmayı yesin ve bir açıdan elma o olsun. Bu da deneyim aşamasıdır ve elmaya hakk-el yakin olması, yani onu her şeyi ile bilmesi, vakıf olması demektir.
İşte bu üç aşamadan geçmeden, bilgi tam anlamıyla bize ait olmaz.
Şimdi iddia konusuna tekrar dönelim. "Onun yerinde olsam, öyle yapmazdım!" dememiz, hatta bunu düşünmemiz bile, er ya da geç bizim de o duruma düşmemize neden olur.
Neden mi?
Bu, F = ma (Kuvvet eşittir; kütle çarpı ivme) fizik kanunu gibi bir bilinç kanunudur da ondan. Tüm şartları bilmeden "Ben öyle yapmam, böyle yaparım" demek, sahip olmadığımız bir bilgiye sahipmişiz gibi davranmaktır. Benzer şartlardan geçmiş bile olsak; hakikat zamana, mekâna ve imkâna göre sürekli değiştiğinden, tüm parametrelerin aynı olması imkansızdır. Yani her vaka benzersizdir. Temeli sağlam atılmamış bir bina, ilk zorlanmada yıkılmaya mahkumdur. Bu da benzer bir durumla karşılaştığımızda, tükürdüğümüzü yalamak şeklinde gerçekleşir.
Bu bilinç kanununu besleyen ikinci bir etken de "Ben" diyerek, yani “Ego” göstererek, kendimizi evrenin bütünlüğündentekilliğinden ayırmamızdır. "Ben" dediğimizde, bir de ortaya “Sen” çıkar ki, işte dualite (ikilik) oluştu bile! Teolojideki şirk kavramının da özü budur.
İçi boş iddiamızda bulunduğumuzda, pratikte neredeyse sonsuz bir büyüklüğe sahip olduğunu kabul edebileceğimiz sisteme başkaldıran bir parçacık gibi oluruz. “Bir ben varım, bir de sen!”
Aslında her şeyle bir ve bütün olduğumuzdan, (bu kuantum fiziği açısından da böyledir), sistem bizim normal dışına çıkışımızı normale çekerek düzeni tekrar sağlar. Nasıl ki milyonlarca gaz molekülünün olduğu bir kabın içine, onlardan çok daha hızlı bir molekül attığınızda, o molekülün de hızı bir süre sonra kaptaki moleküllerin hızına yakın hale gelirse, sistem de boş çıkışımızı boşa çıkartacak deneyimi bize yaşatarak aynı şeyi yapar.
Sonuçta “her iddia ispat ister”. Bu yazıda anlattıklarımı çoğunuzun “Evet, ben de buna benzer şeyler yaşadım” diyerek onaylayacağını biliyorum. Atalarımız “Büyük konuşma, büyük lokma ye!” demişler. İster özel hayatımızda isterse iş hayatımızda olsun, içi boş iddialardan kaçınalım. Bir şeyi deneyimlemiş olsak ve tam anlamıyla bildiğimizi düşünsek dahi, bir açık kapı bırakmayı unutmayalım. Ne de olsa her vaka eşsizdir ve tüm parametreler henüz elimizde değil. 😊

Hiç yorum yok: