Salı, Mayıs 17, 2005

TAŞİYOMİ???


Taşiyomi sözcüğünü hiç duydunuz mu? Ben de Cumhuriyet Gazetesi’nin Okur Köşesinde Dr. Mehmet Murat İldan’ın yazısını okuyana kadar bilmiyordum. Taşiyomi Japonca ayakta okuma alışkanlığını belirtmek için kullanılan bir sözcükmüş! Orada artık ayakta okumak gibi kavramlar ortaya çıkıyor, peki bizde durum ne?

  • Türkiye’de toplumun %94’ü televizyon seyrediyor, % 4.5’i kitap okuyor.

  • Türkiye’de 40 milyon insan hiç kitap okumuyor.

Düzenli okuma alışkanlığı denince istatistikler ise şöyle:

  • Japonya’da %14, ABD’de ise %12, Türkiye’de ise %1’den az

Yılda kaç kitap okunduğuna bakınca;

  • Bir Japon yılda ortalama 25 kitap okuyor

  • 6 Türk’ü bir araya getirdiğimizde yılda ancak 1 kitap okuyorlar.

Durumun ciddiyetini dikkatlerinize sunarım.

İmparatorun Yürüyüşü - Luc Jacquet


Her kış, yalnızca Antarktika’nın acımasız buz çöllerinde, dünyanın en zor iklim şartlarına sahip bu bölgesinin en derinlerinde, gerçekten olağanüstü bir yolculuk gerçekleşiyor; bin yıllardır olduğu gibi... Binlerce imparator penguen türlerinin devamını sağlayabilmek için okyanusun mavi güvenliğini terk edip, kıtanın en içlerindeki bir bölgeye, üreme alanlarına doğru yolculuğa başlıyorlar. Burası o kadar soğuk, o kadar rüzgardan korunaksız ve o kadar uç noktalarda bir yer ki, başka bir yaşam formunu desteklemiyor; işte bunun için de güvenle yumurtlayabilecekleri tek yer; tabi dayanabilirlerse…

Penguenler, o küçük adımlarıyla, kimi zaman göz gözü görmez tipi altında, saatte 250 km hızla esen rüzgara karşı, tek sıra halinde 200 km’lik bir mesafeyi katetmek için günlerce yürüyorlar. Romantik randeevuları için üreme alanına vardıklarında yıl boyunca sadık kalacakları eşlerini seçiyorlar ve çok özel bir danstan sonra çiftleşiyorlar. Haftalar geçiyor ve dişiler yumurtluyor. Bu zamana kadar hiçbir şey yemeden bekleyen anneler, yumurtalarını eşlerine devredip 200 km’lik yolu devirip, kar leoparlarından kurtulabilirlerse, balıklarla dolu okyanusa geri dönüyorlar. Babalar bu arada -40 0C soğukta ayaklarının üzerinden indirmedikleri değerli yumurtalara bakmak ve kutup kışının korkunç rüzgarlarına karşı korumakla yükümlüler; çünkü yumurtalar buza değerse birkaç saniye içinde donuyor ve yavrular daha doğmadan ölüyor.

Erkeklerin 4 ay boyunca hiçbir şey yemeden bekledikleri bu dönem sonunda yumurtalar çatlıyor. Kursaklarında kalan son yiyecekleri yavrularına yediren erkekler eşlerinin dönmesini beklemeye başlıyorlar. Eğer dişiler, yavrular doğduktan sonra 48 saat içinde dönmezlerse, yavrular ölüyor, çünkü babaların onları besleyecek gücü kalmıyor. Eşler bir araya gelince roller değişiliyor ve bu sefer açlıktan ölmek üzere olan babalar en zor yolculuğa çıkıyorlar; çünkü yürüyecek dermanları yok… Bu arada yavrular dev fırtına kuşlarının gazabına uğrayabiliyorlar da…Havalar ısınıp, buzlar erimeye ve kırılmaya başlayınca yolculuk tekrar ediyor, ta ki yavrular Atlantik’e varıp kendilerini mavi sulara bırakıncaya kadar.

Luc Jacquet, bu inanılmaz macerayı tam takım bir film ekibiyle 13 ay boyunca Antarktika’da kalarak kameraya çekmiş. Bu süre zarfında Fransız Bilim Merkezi’nde kalan ekip, dünya üzerinde buluna 40 kadar imparator penguen kolonisinden yalnızca birine odaklanmış. Penguenlerin deniz altındaki çekimleri profesyonel dalgıçlar tarafından yapılmış. Filmin harika müzikleri ise Emilie Simon tarafından gerçekleştirilmiş.Belgesel sevin veya sevmeyin, ama bu filmi izleyin, derim. İnsanoğlunun alacağı çok ders var…

Konfüçyüs'e Sormuşlar...

Konfüçyüs’e sormuşlar: ”Bir ülkeyi yönetmek için çağrıldıysanız, yapacağınız ilk iş ne olurdu? “

Şöyle yanıtlamış: “Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle başlardım. Dil düzensiz olursa sözler düşünceyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken sözler, işler iyi yapılamaz. Görevler gereğince yapılmazsa, âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını bilemez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

DAHİ ANLAMINA GELEN DE AYRI YAZILSIN!

Günlük yazılarda dikkatimi çeken çok önemli bir hata “dahi” anlamına gelen “de” bağlacının ayrı yazılmaması. Hadi Televole programlarında yanlış yazıyorlar diyordum; geçen gün TRT’nin de bu konuda hata yaptığına şahit olunca yapacak çok şey yokmuş hissine kapıldım, fakat yine de savaşmak gerektiğini düşünüyorum.

Eğer de’nin ayrı yazılıp yazılmayacağına karar vermekte zorlanıyorsanız, çoğunlukla doğru sonuç veren şu basit testi yapabilirsiniz:

Söz konusu de veya da eki cümleden çıkarın, geriye kalan cümlenin o haliyle anlamlı olup olmadığına bakın. Kalan cümle anlam ifade ediyorsa “de” veya “da” ayrı yazılmalıdır. Eğer anlam ifade etmiyorsa bitişik yazılır.

Örneğin:

“Kalemin bende kaldı.” Eğer bu cümledeki “de” ekini kaldırırsak, “Kalemin ben kaldı” anlamsız bir cümledir. O zaman “de” bitişik yazılacaktır.

“Sinemaya ben de gitmek istiyorum.” Bu cümledeki “de” sözcüğünü kaldırırsak cümle

“Sinemaya ben gitmek istiyorum” şekline dönüşür ve anlamı bozulmaz. Bu nedenle bu cümledeki “de” ayrı yazılmalıdır.

Bir başka örnek olarak “Odada da rahat durmuyorsun.” cümlesini inceleyebiliriz. İlk da ismin de hali (yani içinde manasında) için kullanılırken, ikinci da dahi anlamında kullanılmaktadır. Odada rahat durmayan kişi kimse daha önce başka bir yerdeyken de rahat durmamıştır.
Bir de bu “de” bağlacının “ta” veya “te” diye yazılması şeklinde hatalı bir kullanım vardır.
“de” eki olsa olsa Büyük Ünlü Uyumu Kuralı çerçevesinde “da” olur ama hiçbir zaman “te” veya “ta” olmaz.

Yani;

“Barış ta geliyormuş.” ya da “Sevinç te gidiyormuş” şeklindeki kullanımlar YANLIŞTIR. DOĞRUSU “Barış da geliyormuş” ve “Sevinç de gidiyormuş” şeklinde olmalıdır.

Ayrıca veya anlamına gelen “ya da” bağlacındaki “da” da ayrı yazılır.

“Dahi” anlamına gelen “de” sözcüğünün ayrı yazılması hakkında aşağıdaki diyalog dikkatlerinize sunulur:

- Tanıştırayım. Bu da Buda!
- Benim adım da Göz de!
- Siz galiba yanlış yapmamak için tüm “de” eklerini ayrı yazıyorsunuz, değil mi?
- Dâhi anlamına gelen de, da ayrı yazılmaz mı? Mesela “Leonardo da Vinci” derken…
- Hımmm!

Rahatça anlaşılacağı üzere dahi ile dâhi sözcüklerini yazım sırasında birbirinden ayıran “^” (şapka) kullanımıdır. Türk Dil Kurumu bir zamanlar “^” kullanımını kaldırmışken bir süreden beri tekrar kullanılması gerektiğine karar vermiştir. Bu konuyu başka bir yazımızda ayrıca incelemek istiyorum.

Hepinizi bu konuda duyarlılık göstermeye davet ediyorum. Lütfen çevrenizde “dahi” anlamına gelen “de” bağlacını bitişik yazanlar varsa uyarın. Bu konuda göstereceğiniz duyarlılık Türkçe’ye verdiğiniz önemi ve değeri doğrudan yansıtacaktır. Unutmayalım ki iletişimimizi sağlayan en önemli unsur olan dilimizi kaybettikçe, doğru düşünme yeteneğimizi de kaybediyor, böylece yabancı unsurların boyunduruğuna bir daha çıkmamak üzere giriyoruz.

Sümerler çevrelerindeki site devletleri ele geçirmek için uzun vadeli planlar yaparlarmış ve işe o devletlerde konuşulan dili bozmakla başlarlarmış; gerisi de çorap söküğü gibi gelirmiş. Atalarımızdan öğreneceklerimiz olsa gerek, değil mi?

Cumartesi, Mayıs 14, 2005

Günaydın

Ne güzel bir sözcüktür GÜNAYDIN… Güne çevrenizdekilere “Gününüz aydın olsun” diyerek başlamak, çevrenizdekilerin de size aynı dilekte bulunması kadar hoş ve anlamlı bir şey olabilir mi? Bir de bir şeylerin farkına yeni vardığımızda işitiriz bu sözcüğü: “Ooooo, Günaydın Nurettin Bey!” Hatta “Uyan da balığa çıkalım!” diye de eklediler mi, herkes gülümsemeye başlar.

Aslında hepimiz kimi konularda uykuda değil miyiz? Uyanmak bazen elimizde, bazen de bizi uyandıracak birileri ya da bir şeyler gerekiyor. Her şeyi bilmeye olanak olmadığı gibi, gerek de yok. Önemli olan bilmemiz gerekeni bilip bilmediğimiz, değil mi? O zaman akla doğrudan şu soru geliyor: “Neyi veya neleri bilmeliyiz? Neyin veya nelerin bilincine varmalıyız?” Doğal olarak bu sorunun yanıtı/yanıtları herkes için farklı olabilir, ama herkes için ortak bir soru (ya da sorular) bulunabilir mi diye de düşünmekten kendimi alamıyorum; çünkü hepimiz insan olmakla ortak bir paydada buluşmuyor muyuz?

Bu arada bulacağımız ortak soruların yanıtları zaman içinde değişebilir mi? Milattan 2000 yıl önce “Neyi bilmeliyiz? Neyin bilincinde olmalıyız?” sorularının yanıtları belki de farklıydı… Yoksa pek fazla şeyin değişmediğini mi düşünüyorsunuz?

Sevgi ve saygılarımla,

Nurettin Selsil
nselsil@yahoo.com