Cumartesi, Nisan 30, 2005

Kadeş Savaşı

Kadeş Antlaşması’nın yazılı olduğu kil tabletler İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunmakta. Kadeş Savaşı M.Ö. 1299 yılında Mısır ve Hitit devletleri arasında gerçekleşmiştir ve tarihe ilk Barış Antlaşması (M.Ö.1283) ile geçmiştir.

Bu savaşın diğer önemli bir yanı ise belki de lojistiğin büyük rol oynamaya başladığı ilk savaşlardan biri olmasıdır. Savaş lojistiği askerlerin ve teçhizatın uzak mesafelere hızlı bir şekilde taşınması anlamındadır.

Babası II. Sethi'nin yaptığı Mısır'ın egemenlik alanlarını genişletme çabasını sürdürmek isteyen Firavun II. Ramses, tahta çıkışının 5. yılında, Hititlerin, Mısır egemenliğinden koparıp aldıkları bugünkü Suriye'deki toprakları geri almak için harekete geçti. Bu yolculukta ilk hedefi Asi Irmağı'nın hemen kıyısında yer alan Kadeş kale kentini ele geçirmekti. O sırada Hitit tahtında oturan Kral II. Muvatalli, II. Ramses'in böyle bir sefere çıkacağı duyumunu çoktan almış ve Hitit başkentini bugünkü Çorum/Boğazkale'de yer alan Hattuşa'dan güneydeki Tarhuntaşşa'ya taşımıştı. Bu taşınma kimilerine göre lojistik destek açısından savaş alanına yakın yere gitmekle ilgiliydi.

Mısırlılar bu savaşta at ve öküz arabaları kullanmışlardır. Abu Simbel Tapınağı’ndaki rölyefler hem bu arabaları, hem de arabaların tamiri ve hayvanların bakımı ile ilgilenen lojistik destek gruplarını da göstermektedir.

Hitit savaş arabalarında kullanılan tekerlekler de, diğer ülkelerin savaş arabalarında kullanılan tek parça tahtadan yapılmış tekerleklerden değildi. Bugünkü tekerleklere benzeyen çubuklarla desteklenmiş tekerlekler kullanılıyordu. Dolayısıyla savaş arabaları çok daha hafif ve hareket yeteneği yüksek olabiliyordu. Arabanın benzerlerine göre hafif olması, her savaş arabasında iki yerine üç askerin yer almasına olanak sağlıyordu. Askerlerden birisi arabayı sürüyor, ikincisi arabadaki diğer iki kişiyi koruyacak biçimde kalkan kullanıyor, üçüncüsü ise ok ve mızrak atıyordu. Tekerleklerin yeri de Mısır savaş arabalarındaki tekerleklerin yerinden farklıydı ve bu sayede daha dengeli bir sürüşe olanak tanıyordu.

Bugün kabul edilen genel görüşe göre Hititler bu savaşa 17,000 piyade ve 4,500 savaş arabasıyla katılmışlar. Her savaş arabasında 3 asker olduğuna göre 13,500 de arabalı asker demektir. Buna göre Hititlerin toplam savaşçı sayısı 30,000 dolayında bir sayıyı göstermektedir. Buna karşılık Mısırlıların 20,000 dolayında olduğu sanılmaktadır. Hititlerin kayıplarının Mısırlıların kayıplarına göre daha az olduğu tahmin edilmektedir.Yararlanılan

Kaynaklar: http://www.mahfiegilmez.com/ , http://www.wikipedia.org/

Perşembe, Nisan 21, 2005

İEL Gruplarını Birleştirmek

Bugün mezun olduğum lisemin Yahoo üzerindeki tüm gruplarının moderatörlerini bir çatı altında toplamak için bir girişim başlattım. Böylece mezunlar arasındaki ilişkileri güçlendirmeyi istiyorum. İşte bu amaçla grup moderatörlerine gönderidiğim ileti aşağıda.

~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*
İstanbul (Erkek) Lisesi'nin Değerli Mezunu,

Yahoo üzerinde biri 130, diğeri 50 kusur üyeli iki IEL grubunun (iel_85_86 ve 6a_iel85) kurucusuyum. Mezunlar arasındaki haberleşme ve yardımlaşma olanaklarını arttırmak için Yahoo üzerindeki tüm IEL grubu kurucularını ve moderatorlerini bir çatı altında toplama düşüncesiyle iel_grubu_yöneticileri grubunu kurdum.

Bu grup sayesinde moderatörlerin süzgecinden geçerek her dönemden mezunlarımıza dağılacak iletilerin aramızdaki dayanışmanın filizlerini güçlendireceğinden eminim.

Amacım, ülkemizin ve dünyanın her kösesine yayılmış IEL'lileri birbirine iletişim zincirleri ile bağlamak, dileğim ise dayanışma kavramının yalnızca Mülkiyelilere ve Galatasaraylılara özgü olmadığını görmek.

Fitilini ateşlediğim bu hareketin siz değerli kardeşlerim / ağabeylerim / ablalarım tarafından alınıp daha ileriye götürülmesini ümit ediyorum. Lütfen bildiğiniz tüm IEL gruplarının kurucularını ve moderatörlerini bu hareketten haberdar edin.

Katılımınızla güçleneceğiz!

Sevgi ve saygılarımla,

Nurettin Selsil, IEL '85, iel_grubu_yoneticileri grubu moderatörü

~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*~*

Dilerim hedefimize ulaşırız.

Salı, Nisan 05, 2005

Oscar ve Pembeli Meleği


27 Mart Dünya Tiyatro Günü, Yıldız Kenter’in yönettiği ve tek başına oynadığı hayli kalabalık bir kadroya sahip “Oscar ve Pembeli Meleği” adlı oyunu izleme fırsatım oldu; iyi ki de oldu…Başka bir gün gitsem bu duygu selini bu kadar güçlü yaşayamazdım, çünkü Yıldız Kenter ve öğretmenlerine şükranlarını sunmak için gelen hepimizin tanıdığı 40’a yakın deneyimli tiyatro oyuncusu unutulması zor duygu yüklü anlar yaşadılar ve yaşattılar tüm seyircilere.

Ustaların öğretmeni 77 yaşındaki genç kız Yıldız Kenter, oyundaki iki ana karakteri ve yan karakterleri tek başına canlandırırken, pardon yaşarken, muhteşem bir performans sergiliyor. Fransız tiyatro yazarı Eric Emmanuel Schmitt tarafından yazılmış “Oscar ve Pembeli Meleği”, kan kanserinden ölmek üzere olan 10 yaşındaki Oscar ile 100 yaşına yaklaşmış gönüllü bakıcı Pembeli Melek Mummy arasında gelişen dostluğun, yaşam bilgeliğinin öyküsü. Ölüme mizahla yaklaşmak ne kadar zor olsa da, önce yazar, sonra da Yıldız Kenter bunu mükemmel bir şekilde başarmışlar.

Kısa bir süre sonra öleceğini öğrenen ve bunu kabullenen Oscar, çok sevdiği Pembeli Melek Mummy’nin önerisi üzerine bundan sonra yaşayacağı her günü 10 yıl sayarak 120 yaşına kadar yaşıyor. Tanrıya olan inancını kaybeden Oscar, yine Mummy’nin önerisiyle her gün Tanrıdan bir dilekte bulunuyor ve ona o gün yaptıklarını anlattığı, çeşitli sorular yönelttiği, sonra da yanıtlarını doğal olarak kendisi vermeye başladığı mektuplar yazıyor… Böylece kendine bir yaşam şansı veren Oscar kısacık hayatını 12’ye katlıyor. Bu arada hastanede yatan bir küçük kızla evleniyor (!), bakıcısı Mummy’i evlat ediniyor (böylece evlat sevgisini de yaşıyor), orta yaş bunalımına giriyor ve güçten düşüp yaşlanıyor; sonra da ölüyor.

Yaşam ve ölümü sürekli sorgulatan bu oyunu izlerken hem güldüm, hem de göz yaşlarımı tutamadım. Bir oyun ve bir oyuncu birbirine taban tabana zıt gibi gözüken bu iki duyguyu bu kadar iyi yaşatabilir. Nasıl ölüm ve yaşam bir madalyonun iki yüzüyse, ağlamak ve gülmek de öyleymiş demek. Herkesin alacağı bir yaşam dersi olduğunu düşündüğüm bu tiyatro şölenini görmenizi tavsiye ediyorum. Hâlâ Oscar ile birlikte büyüme şansınız var, çünkü 9 ve 16 Nisan’da sahnelenmeye devam ediyor.

Kenter Tiyatrosu’nun telefonu: 0.212 247 3634, e-posta hesabı ise kentertiyatrosu@yahoo.com

Pazartesi, Nisan 04, 2005

Ortaköy


Ortaköy her zaman vakit geçirmekten hoşlandığım bir mekan olmuştur. Tarihi dokusu, deniz kıyısında olması, insanı çeken başlıca unsurlar olsa gerek. Bir Pazar öğleden sonrası hava soğuk moğuk demeden, topladık tası tarağı ve kendimizi Ortaköy’de bulduk.

Hava soğuk da olsa, sıcak da olsa fark etmiyor. Bunaltan trafik yüzünde kulağımızı tersten gösterip, Beşiktaş’tan yukarıya çıkan Barbaros Bulvarı’nı tırmanıyoruz ve Yıldız Parkı’nın üstünden dolaşıp, Büyükdere Caddesi’nden Ortaköy’e vasıl oluyoruz. Büyükdere Caddesi, Ortaköy’de denize dik inen ve üzerinde çarşının da bulunduğu ana cadde. Sahile doğru neredeyse her taraf kokoreççilerle kaplı. Seven ve aç olan için iyi de, eğer karnınız toksa ve üstüne üstlük bir de kokoreci sevmiyorsanız yandığınızın resmidir.

Deniz kıyısındaki meydana vardığınızda sizi çay bahçeleri karşılıyor. Kapalı Çarşı esnafını andırırcasına birbirleriyle yarışarak sizi buyur ediyorlar… “Durun Canım, şöyle bir tur atalım. Hem bugün Entel Pazarı da var. Ailecek şöyle bir göz atmadan çay içmeyeceğiz.”
Çeşit çeşit yiyecek ve hediyelik eşya satan dükkanlar var. Kimi yerlerden canlı müzik sesleri de yükseliyor, ama asıl geceyi bekliyorlar. Bütün dükkanların önleri seyyar satıcılarla kaplı. Kimi kolye, yüzük satıyor; kimi eşarp, şapka, otantik giysiler; kimi de kendi yaptığı yiyecekleri. İşte Ortaköy’ün meşhur Entel Pazarı bu.

Semtin en dikkat çeken yapısı kuşkusuz Ortaköy Cami. Resmi adı Büyük Mecidiye Cami olsa da herkes onu Ortaköy Cami olarak biliyor. Boğaza doğru uzanan küçük bir burun üzerine çapraz bir şekilde oturan yapı, 1853 yılında Sultan Abdülmecit’in emriyle mimar Nigoğos Balyan’a yaptırılmış. İnanılmaz ince bir işçilikle seyredenlerin gözlerini okşuyor. Dabılyu Bush da arka planda bu caminin ve Boğaz Köprüsü’nün göründüğü bir manzarada yaptı NATO ziyareti kapsamındaki konuşmasını.

Ortaköy'ün tarihinden gelen en önemli özelliği farklı kültürlerden Türk, Rum, Ermeni ve Yahudi topluluklarının ve farklı inançların bir arada dostluk içinde yaşaması ve bu özellik günümüze kadar gelmiş. Ortodoks Kilisesi'nin İsa'nın vaftizine remiz olarak haçın suya atılması yortusu son yıllara kadar Ortaköy İskelesi'nde yapılıyordu. Ortaköy'de Yahudi cemaatine ait bilgiler de oldukça eski. Ortaköy'deki en eski sinagog olan Etz ha-Hayim Sinagogu yangın sonucu birkaç kez harap olmuş, yeniden yapılmış. Sahilde Ortaköy Cami’nin hemen yanında. 1936'da nüfusu 16.000 olan Ortaköy'de 700 Yahudi ailesi yaşıyormuş. Semtte bugün artık kullanılmayan ikinci bir sinagog da Yenimahalle Sinagogu. Yine bu semtte yerleşik Rumların ziyaret ettikleri Rum Ortodoks Kilisesi var.

Anlayacağınız Ortaköy dinlerin buluştuğu yer…Çırağan Sarayı’nın binalarının bir kısmı da Ortaköy’de, ama ne yazık ki işletmeciliği yabancıların elinde olan bu saray-otelde düzenlenen bir etkinliğe davetli değilseniz gezip görmeniz ve o havayı solumanız
pek mümkün değil.

Cuma, Nisan 01, 2005

Hoş Geldin Bahar!

Kuzey yarıkürede doğanın canlanışı ile hepimizi farklı bir heyecanın sardığı bir mevsime girdik: İLKBAHAR. İlkbahara ilkyaz ya da kısaca bahar da diyenler var. Nedense bahar denince sonbahar pek akla gelmiyor, değil mi? Her ne kadar doğanın dengesini bozmuş olsak ve bundan ötürü mevsim geçişlerini çok hızlı yaşamaya başlasak da, yine de fark edilir değişiklik­ler var çevremizde, ne güzel... Değişim zaten yaşa­mın özü…Bir de belirli aralıklarla kendini tekrar edince, insanlar eski çağlardan beri yaşamın son­suzluğunun ve ölümden sonra da devam edeceğinin bir göstergesi olarak kabul etmişler mevsimleri. İyi ki ılıman iklim kuşağında yaşıyoruz diyorum ara sıra…Eğer çölde ya da kutuplarda yaşasaydık, bu değişimleri pek fazla hissedemeyecek­tik...Şanslı bir ülkede yaşıyoruz… Baharın enerjisini içinize çekin ve bir sonraki bahara kadar aklınıza, gönlünüze ve tüm hücrelerinize yazın.