Cumartesi, Eylül 25, 2004

My Dream (Rüyam)


14 Eylül akşamı unutamayacağım bir deneyim yaşadım ve bu deneyimi sizlerle paylaşmazsam kendimi affetmeyeceğim. Yalnız siz bu dergiyi okuyanlara değil, önüme gelen herkese anlatacağım, çünkü bu deneyimden herkesin kendine göre çıkaracağı dersler olsa gerek. Ben şahsen hayatımın dönüm noktalarından birini yaşadığımın farkına vardım.

14 Eylül akşamı yanda afişinden bir bölüm görmüş olduğunuz Çin Engelliler Gösteri ve Sanat Topluluğu “My Dream”in (yani Rüyam) Harbiye Açık Hava Tiyatrosu’nda sergiledikleri performanslarını ailemle birlikte izleme fırsatı buldum. Gösterinin geliri T.C. Milli Eğitim Bakanlığı’nın beyin felçli çocuklar için yaptırdığı ilköğretim okulunun inşaatına kaynak olarak aktarılıyordu, yani gösteriyi sunanlar herhangi bir gelir elde etmiyorlardı.

Gösteri başladıktan kısa bir süre sonra, bedensel engelli olarak tanımladığımız insanların neleri nasıl yapabildiklerini gördükçe önce aklım karıştı. Engelli ne demekti? Kime engelli denirdi, kime normal? Sonra engelli ve normal insan arasındaki çizgi gittikçe silinmeye başladı. Engelli ve normal aynı şeymiş gibi gelmeye başladı bana. Gösterinin sonuna doğruysa onların normal, benim engelli olduğumun idrakine varmıştım.

Evet, duyma engelliydiler, ama ömür buyu uğraşsam da erişemeyeceğim bir mükemmeliyette, aynı anda aynı hareketleri yaparak benzersiz bir dans gösterisi sergiliyorlardı. 1000 elli Bodhisava’yı canlandırırlarken, 20’ye yakın kişinin tek bir beden oluşunu seyrettim. Müziği duymuyorlardı, fakat sahnenin dört köşesindeki öğretmenlerinin müziğin ritmine göre onları yönlendirmeleriyle müziği görüyorlar ve ona göre hareket ediyorlardı. Onlar, olmaz deneni oldurmuş, akla gelmeyeni başarmışlardı, hem de normal denen insanlardan fersah fersah daha ileri bir seviyede. Bunu da tescillemişlerdi. Nasıl mı? Engelli olmayanların düzenledikleri bir dans yarışmasında birincilik alarak!

Evet, bir başka dansçı daha çocukken elektrik çarpmasından ötürü kollarını kaybetmiş olmasına rağmen öyle dans ediyordu ki, kolları olanların aklı şaşmıştı. Dans dışında da bir çiftlikte yaşıyormuş ve her işini ayaklarıyla görebiliyormuş. Ben ise belki de ellerimi o kadar ustalıkla kullanamadığımın farkına varmıştım.

Görme engelli bir gencin solosu öncesinde söyledikleri ise çok anlamlıydı. Annesi ona küçükken şöyle demiş: “Yüksek sesle şarkı söyle oğlum! Eğer yüksek sesle şarkı söylersen karanlıktan korkmazsın!” Evet, karanlıktan korkmuyordu, ama yüzündeki hafif korku ifadesi belki de beğenilmeyebilirim korkusuydu, ama ne mümkün… Olağanüstü sesi ve tarzıyla seyircileri büyüledi.

Ya küçük yaşta geçirdiği bir kemik hastalığı sonucu vücudu eğrilmiş ve ufacık kalmış erhu ustasına ne demeliydi. Bu tanımadığım çalgı herhalde bu kadar ustalıkla ve duygu dolu çalınabilirdi. Daha ötesi olabilir miydi? Yıllardır gitarı sadece tımbırdatan ben kendimden utandım.

Olan olmuştu, dönülmez yola girmiştim. Onların normal, benimse engelli olduğumun idrakine varmıştım. Öncelikle, aklımdaki engellerimden kurtulmak için ne yapabilirim diye düşünmem gerekiyordu, bundan sonra. Yapmak istediğim ama bu zamana kadar hep bir şeylerin önüme çıktığı ve beni ilerlemekten alıkoyduğu şeyleri nasıl yapabilirim diye düşünmeliydim. Hoşuma giden ama bu zaman dek içimde hep güdük kalmış en azından bir şeyde ustalaşmalıydım. Her şeyden birazcık olanı bir şeyden de çokça yapmalıydım.

Gece boyunca ellerim kızarıncaya kadar alkışladım. Göremeyenler alkış sesini duyuyor ve takdir edildiklerini anlıyorlardı, duyma engelliler ise duyamasalar da alkışladığımızı görüp beğenimizi ortaya koyduğumuzu hissediyorlardı. Bana hayatta aşılamayacak engeller olmadığını göstermişlerdi ve ben o insanlara ne kadar teşekkür etsem azdı.

Elika Selsil - Nurettin Selsil

Hiç yorum yok: